CAMİLER VE DİN GÖREVLİLERİYLE İLGİLİ TEKLİFLERİM (2)
Dr. Vehbi KARAKAŞ
1-Camileri yaptıranların kalbinde ve kafasında sadece ve sadece Allah rızası düşüncesi olmalıdır. Çünkü Allah rızası düşüncesinden uzak kimselerin yaptırdıkları mescidi Allah, 1400 sene önce “Mescid-i Dırar=Zararlı mescid olarak ilan etti. Peygamberi Hz. Muhammed’e (sav) ve onun şahsında bütün müminlere bu mescidde namaz kılmayı yasakladı. [1]Bkz. Tevbe, 9/107 Demek yapılan mescid de olsa yapanların niyetinde Allah rızası yoksa o mescit Allah katında makbul sayılmıyor.
2-Camiler ihtiyaç duyulan yerlerde yapılmalıdır.
Yüce Allah kâinatı ve insanı yaratırken kudreti sonsuz ve hazineleri sınırsız olmasına rağmen israf etmemiş gerek kâinatta ve gerekse insanda her şeyi ve her organı en uygun yere koymuş, hatta bazen bir şeye birkaç görev yüklemiş, müsrifleri sevmediğini [2]A’raf, 7/31 çünkü israf edenlerin, şeytanların kardeşleri olduğunu [3]İsrâ, 17/27 beyan buyurmuştur. Yüce Allah’ın bu tutumu ve açıklaması da bize örnek olmalıdır. Yerini bulmayan hayır israftır. İsraf da hayır değildir.
3-Camilerimiz sade, şirin, temiz ve muhkem olmalıdır. Tuvaletler ve abdesthaneler de keza böyle olmalıdır. Camiler birer ilim ve kültür merkezi haline getirilmeli, onlara bir külliye, bir kampüs hüviyeti kazandırılmalıdır. Yani camilerimizin yanında din ilimleriyle fen ilimlerinin beraber okutulduğu modern eğitim kurumları, muhtaçlara açık aş evleri, kadın ve erkeklere ayrı ayrı hitap edebilecek, yaz ve kış, açık ve kapalı yüzme havuzları bulundurulmalı, din görevlileri ve öğretim elemanlarının istifadesi için de lojmanlar ihdas edilmelidir. Ayrıca camilerimiz, manevî yapısına uygun kafeterya, kütüphane, düğün ve konferans salonları gibi üniteleri de sinesinde barındırmalıdır.
4-Din hizmetleri istismar aracı, geçim vesilesi yapılmamalıdır. Din hizmetleriyle meşgul olanlar alim olmalı, amil olmalı, muhlis olmalı, kendilerini namaz kıldırma memuru değil, iman kurtarma, dine insan kazanma, güzel ahlakı yaşanır hale getirme elemanı görmelidirler. Din görevlileri hem medrese ve hem de mekteplerden ilmini almış, Arapça metinleri okuyabilen ve okuduğunu anlayabilen kimseler olmalı ve kendilerinde şu özellikler bulunmalıdır:
a)-Diyanette ve milli eğitimde görev yapan imam ve din kültürü öğretmenlerinden her biri, Resulullah Efendimizin temsilcisi olduğunu bilmeli, son derece halis ve sadık, nazik ve şefkatli, vakur ama mütevazi ve güzel ahlâklı, derin bilgilerle donanımlı, düşünen, düşündüren, her gün ilmine ilim katan, ilmini konuşturan, konuştuklarını yapan, yazan, yaşayan, içi temiz, dışı temiz, ağzı temiz, dişi temiz, giyim ve kuşamı sade ve güzel, kendisinden önce görev yapmış olanlara karşı vefalı, sevgi ve saygıda, şefkat ve adalette donanımlı elemanlar olmalıdırlar.
b)-Bu arkadaşlarımızdan her biri aynı zamanda birer İslam alimi ve ahiret alimi olmalı, ilimleri ve din hizmetleriyle ahireti kazanmayı hedeflemelidirler.
Gazalî, Yahya b. Muaz er-Razî’den dünya alimleri için söylenmiş şöyle bir söz naklediyor: “Ey ilim sahipleri! Kasırlarınız, Kayseriyye, evleriniz Kisreviyye, elbiseleriniz Zahiriyye, mestleriniz Câlûtiyye, binekleriniz Karûniyye, kablarınız Fir’avniyye, günahlarınız cahiliyye, yollarınız şeytaniyyedir; nerde kaldı Şeriat-ı Muhammediyye.(s.a.v)” Bu sözü şu şekilde söylemek de mümkün: “Ey ilim sahipleri! Köşkleriniz Kayserin köşkü, evleriniz Kisra’nın evi, elbiseleriniz Zahirilerin elbisesi, mestleriniz Câlût’un mesti, binek ve arabalarınız Karun’un binek ve arabaları, yemek kablarınız Firavun’un yemek kabı, günahlarınız Cahiliyye devrinin günahları, yollarınız şeytanın yolu gibidir. Nerde kaldı Hz.Muhammed’in (s.a.v) yolu ve şeriatı.?
c) Din görevlileri, din hizmetleriyle meşgul olan cemaatler, tarikatler, ekoller siyaset üstü olmalıdırlar. Birbirleriyle değil, nefisleriyle kavga etmelidirler. Camiye gelen herkes aynı partiden olmadığına göre, kürsü ve minberdeki arkadaşlarımız da herhangi bir partiden yana olduklarını hissettirmemelidirler. Partiler üstü saygın birer eleman özelliklerini asla kaybetmemelidirler. Partilere gelince: Onlar da sağcı olsun-solcu olsun bütün partiler, dinî ve millî değerlerimize sahip çıkmalıdırlar. Dini ve dindarı rahatsız edecek politikalardan kesinlikle uzak durmalıdırlar. Burası kahir ekseriyeti Müslüman olan bir İslâm ülkesidir. Din bu ülkede her partinin ve herkesin ortak değeridir. “Benim cenazemi camiye götürmeyin” diyen olmadığına göre, başka din mensupları hariç, herkes Müslüman’dır. Öyleyse hiç kimse dine ve dindara ihanet etmeyi aklının ucundan bile geçirmemelidir. Ne din siyasete alet edilmeli ne de siyaset dine düşman olmalıdır. Toplumu birbirine düşman etmemenin, dış düşmana karşı birlik ve beraberliği sağlamanın yolu budur. Kalkınmanın yolu budur, hakka ve adalete taraftar olmanın, haksızlığa ve zulme hep beraber karşı çıkmanın yolu budur.
ç)-Önemine binaen tekrar ediyorum: Camilere yüksek tahsilini tamamlamış, pedagojik formasyonu olan, Kur’an’ın orijinalini kısmen de olsa anlayabilecek kadar Arapça bilen, sesi güzel, sözü güzel, sohbeti güzel, ezanı güzel, Kur’an’ı tertil, tecvid ve talim kaidelerine uygun okuyan insanlar atanmalıdır. Allah’ın dini ekmeldir. O dinin dindarları ve tebliğ görevlileri de ekmel ve mükemmel olmalıdırlar. Haktan, adaletten ve doğruluktan başka hiçbir şeyin yandaşı olmamalıdırlar.
d)-Her camiden ezan sesi yükseldiğine göre hoparlörlerin sesi rahatsız edici boyutta yüksek olmamalı. Ezan da bir tebliğdir, o da nazikçe tatlı bir eda ve seda ile kulaklara akmalıdır.
e-Din hizmetleriyle meşgul arkadaşlarımızın her hal ve tavrına ihlas hâkim olmalı, yani yapacağımız hizmetleri Allah’ın rızasına uygun yapmalıyız.
f-İnsanın namaz kılması ve namazı doğru kılması nasıl farzsa, imamların da Kur’an’ı doğru okumaları farzdır. Kur’an’ı doğru okuma, Allah’ın kudsî arzusu, Peygamberimizin de en önemli sünnetlerinden biridir. Yüce Allah, “Kur’ân’ı tertil ile yani açık açık, tane tane oku”. [4]Müzzemmil, 73/41 buyurmuştur. Bu emir, mutlaka uyulması gereken vücup ifade eden bir emirdir. Kur’an’ı yanlış okuma manayı bozar, mananın bozulması da namazı bozar. Avamın yanlış okuması, belki mazeret sayılabilir; ama havassın yani bu işi meslek edinmiş kimselerin, yani imamların Kur’an’ı yanlış okumaları mazeret sayılamaz. Bu kimseler ya Kur’an’ı dosdoğru okuyacaklar ya da ehil olana görevi bırakacaklardır. Çünkü bu görevde olanların Kur’an’ı yanlış okumaları kıraat imamlarının ittifakıyla haram, doğru okumaları da farz-ı ayndır. [5]Bkz. Dağdeviren, Alican, Kur’an’ı Okuma Sanatı Tecvid, 183, İst. 2009
g-Her berrin ve facirin yani her ahlakı iyi ve kötünün arkasında namaz kılmak caizdir, denilmiş, ama mihraba uygun olmayanların arkasında namaz kılmak mekruh görülmüştür. Mihrabdaki imam kardeşlerimiz, Hz. Peygamber’in (s.a.v) temsilcileridirler. Bu kerahetten kurtulmaları ve halkı kurtarabilmeleri için Kur’an okumalarını Hz. Peygamber’in okuyuşuna, ahlaklarını da Onun ahlakına benzetmeye kendilerini mecbur görmelidirler.
BİR MİLLETİN MÜRŞİTLERİ DE UYURSA O MİLLETİN HALİ NASIL OLUR?
Milletin önünde olmanın vebali büyüktür, manevi sorumluluğu çok ağırdır. Doğru okuyan, ta’dil-i erkân ve huşu ile namaz kıldıran, takvası ve güzel okuyuşuyla mihraba layık imamlarımızın, bütün cemaatin sevabı kadar bir sevap almaları mümkün olduğu gibi; yanlış okuyan, tadil-i erkânsız ve huşusuz namaz kıldıran imamlarımızın da bütün cemaatin vebalini omuzlamak gibi ağır bir yükün altında oldukları da bilinmelidir. Sadece bunlar değil, böylelerini bu görevlere getirenler de bu vebalin ve günahın ortaklarıdır.
Sevgili meslektaşlarım! Cemaatle namaz kılarken cemaatin imamdan ilerde durması caiz değildir, bunu biliyorsunuz. Ben bundan şu anlamı çıkarıyorum: İmam olan zat, her konuda ilimde, kültürde, takvada ve güzel ahlâkta hep önde olmalıdır. Cemaat yok diye vazifeyi ihmal edemeyiz. Mazeretsiz nöbet yerini boş bırakamayız.
Davet edildiğim bir yerde sabah namazı için camiye gittim. Kapılar açık ama ne hoca var ne de cemaat. Kur’an okumaya başladım, güneşin doğmasına az kala bir adam geldi. Ben imam oldum, o da cemaat. Namazımızı kıldık. Sordum:
-Nerde bu millet? Aldığım cevap enteresan:
-Hoca devamlı gelmediği için, cemaat ta gelmez oldu, dedi.
-Eyvah, eyvah ki ne eyvah, dedim.
Sabah namazından sonra okunması çok faziletli olan aşr-i şerifi okurken son ayet dikkatimi çekti. Kur’an: “Yerde ve gökte olan her şey uyanmış Allah’ı zikrediyor.” [6]Haşr, 59/24 diyor. Baktım bizimkiler uyuyor. Müslüman mahalle uyuyor, mahalleyi uyandırması gereken de uyuyor.
“Cemaat yok ne yapayım” dersen, ben de Îstiklâl Şairi’nin dediğini sana hatırlatırım:
“Çevrende nur kalmadıysa halk etmelisin halk
Ey elleri böğründe yatan şaşkın adam kalk!”
“Şeriat çalış dedikçe çalışmadın durdun
Onun namına birçok hurafeler uydurdun
Sonra da bir tevekkül sokuşturdun araya
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya”
Çok az uyuyan, hatta birçok geceyi uyumadan geçiren bir hak dostuna sormuşlar:
-Neden uyumuyorsunuz? Cevap çok enteresan:
-Bir milletin mürşitleri de uyursa o milletin hali nasıl olur?
Sevgili din görevlisi kardeşlerim siz işte bu mürşit konumundasınız. Siz uyursanız herkes uyur. Vatan evlatlarından birçoğu ahlaksızlık ateşi içinde yanıyor. Bu yangının alevleri göklere yükseliyor. Bir itfaiye eri gibi canımızı dişimize takıp bu ahlaksızlık, haksızlık ve imansızlık ateşini söndürmek için çabalamalıyız. Çünkü Yüce Allah sesleniyor. “Ey Mü’minler! Kendinizi ve aile efradınızı ateşten koruyunuz.” [7]Tahrim, 66/6
Muhataplarımı üzen ve inciten sözler söylediysem onları üzerime alıyorum. “Herkes yahşi ben yaman/ Eller buğday ben saman.” diyorum. Beni sabırla dinlediğiniz için hepinize şükranlarımı arz ediyor, sevgiler ve saygılar sunuyorum. [8]KARAKAŞ, Vehbi, İslam’ı Avrupalıya Nasıl Anlatmalı, Sevgi Yayınları, 30-43, İstanbul-2006